13.01.2017
Giray ERGİN
Türkiye'yi politik risk çerçevesinde değerlendirirken genelde terör olaylarına, OHAL'e, darbe girişimine atıfta bulunuluyor. Bu atıflar yanlış olmamakla birlikte, politik riskin esas tanımı siyasi karar alıcıların ve siyasi kurumların eylemlerinin yatırımcı üzerinde yarattığı etkidir. Bu yüzden, gündemimizdeki anayasa değişikliği gibi, politik kurumların tekrar dizayn edilmesini amaçlayan sistem değişikliğine yönelik adımlar politik riski artıracak faktörlerdir.
Türkiye'de son zamanlarda görülen döviz dalgalanmalarını bu bağlamda okumakta fayda var. Böyle bir risk algısı fiyatlanır ve bu fiyatlama Türkiye’nin en hassas karnı olan döviz üzerinden yapılır zira TL. son 1 senede gelişmiş veya gelişmekte olan hemen hemen tüm ülke para birimleri karşısında değer kaybetmiş durumda. Bahçeli'nin 'hadi başkanlık sistemini getirelim,' dediği grup konuşmasından bu yana olan döviz seyrine bir bakmak bunu anlamak için yeterli. Ayrıca bazı palyatif tedbirlerle doların düşürülmesi de dolar yatırımcısını iştahlandırdı ve kafası bu işlere iyi kötü çalışan her yatırımcı dolar düşerken dolar aldı. Vadeli hesabı olan küçük yatırımcı bile temdit zamanında kapatıp dolar aldı. Bütün bunları toplarsanız dolar artar. Tüm yatırımcılar şimdi aportta bekliyor. Biraz müdahale olsun, ya da Erdoğan yeni bir kampanya başlatsın dolar düşsün hemen yine alacaklar nasılsa artacak diye ve zaten son bir aydır bu hikâyeyi görüyoruz çünkü Türkiye’nin dövizi alt edecek bir ekonomik yapısı hala yok ve yapısal sorunları hala devam ediyor. Tersi olsaydı mihrak söylemlerinin ardına sığınılmasına gerek kalmazdı. 2002 krizi sonrası uygulanan ithalat ağırlıklı büyümenin kaymağını yerken bu söylemler çıkıyor muydu ağızlarından? (Dahası o zamanlar o mihraklarla işbirliği içerisindeydiler.)
Alınan palyatif tedbirler de ayrıca sorunlu, özellikle doları sat TL ya da altın al kampanyası. TL tamam da altın ne oluyor? Sanki bu talebi karşılayacak altın üretimimiz varmış gibi. Nitekim Borsa İstanbul Kıymetli Madenler ve Kıymetli Taşlar Piyasası verilerine göre, altın ithalatı Aralık ayında geçen yılın aynı ayına göre yüzde 688 artışla 36.7 tona fırlamış ve 2016 yılının tamamındaki altın ithalatı yüzde 118 artışla 106.19 tona yükselmiş ve aylık bazda 2014 yılı Kasım ayındaki 47.1 tondan sonra en yüksek ithalat miktarına ulaşılmış. Bu kampanya sonrası Aralık ayındaki altın ithalatının parasal değeri de, 2015 Aralık’taki 376 milyon dolardan, "yüzde 332 artışla 1 milyar 645 milyon dolara" tırmanmış. Vatandaş tarafından alınan altın sisteme girse amenna ama çoğu yastık altı. Hane halkı tasarrufu düşük bu ülkede. Düşük olduğu için de bankaların kredi verirken ihtiyaç duyduğu mevduat yeterli düzeyde değil. Neyle fonlanıyor bunlar? Dışarıdan aldıkları borçlarla ve bu borçlar TL. değil tabii. Döviz borcu olanın döviz geliri olması lazım ki bunu döndürebilsin. Banka aldığı bu paraları döviz kredisi olarak vatandaşa verebiliyor mu? Tabii ki hayır çünkü vatandaşın döviz geliri yok.
Turizm gelirlerindeki düşüşü de eklersek, tüm bunlar cari açığı artıran faktörler ve doların artması bu açığın ülkeye ödeteceği bedeli de artıracağı için bunun tek çözümü de 2002 krizi sonrasında uygulanan ithalat ağırlıklı büyümeden, ihracat ağırlıklı büyümeye geçmek ve ondan önemlisi Türkiye’deki reel sektörü güçlendirerek mal ve hizmet üretimini artırmak. Sen ihracatı artır, ithalatı düşür, iç talebi iç üretimle sağla, politik risk algısını düşürerek doğrudan yatırım yapacak yabancı sermayeyi ülkeye çek bak o zaman doların artması seni etkiliyor mu? Türkiye'nin çözmesi gereken yapısal sorun da bu zaten, Erdoğan’ın bize anlattığı mihrak hikayeleri değil. O sorunlar çözülmeden yapılacak ve referandumdan geçecek böylesine köklü bir anayasa değişikliği de korkarım bizi daha sıkıntılı bir döneme sevk edecek; dün Zaytung’da esprili bir şekilde anlatıldığı gibi, maddeler geçtikçe millet dolara yüklenecek.