Bilimar

Hakkımızda

Bilimsel Araştırmalar ve Stratejik Analizler Merkezi (Bilimar), Türkiye’nin karşılaştığı; siyasi, sosyal, ekonomik Devamı...

HİZMETLERİMİZ

Günlük siyasi ve sosyal gelişmelerin yanı sıra orta ve uzun vadeli yaklaşım gerektiren konularla ilgili kapsamlı Devamı...

VİZYON

Türk bilim hayatına özellikle sosyal bilimler alanında katkıda bulunmak, Türkiye'nin bilimsel çalışmalarda Devamı...

HEDEFLER

1 Haziran 2012 yılında kurulan merkezin ağırlıklı olarak hedefi; uygulanan ya da uygulanması gereken Devamı...

YABANCI DİL EĞİTİMİ VE TÜRKLER

14.02.2013

İngilizce düzeylerine göre ülkelerin sıralamasını yapan EF Education First'ün İngilizce Yeterlilik Endeksi'nde Türkiye, 54 ülke arasında 32'inci sırada yer aldı. 5 kategoriye ayrılan testlerde Türkiye'nin İngilizce yeterlilik düzeyi 4'üncü sırada, "düşüğün biraz üstünde" olarak konumlandı. Yeterlilik düzeyleri 5 kategoriye ayrılan testlerde Türkiye’nin İngilizce yeterlilik düzeyi 4’üncü sırada, “düşüğün biraz üstünde” konumlandı. Yeterlilik düzeyinde ilk on ülke

İsveçDanimarka,HollandaFinlandiyaNorveçBelçikaAvusturyaMacaristanAlmanya ve Polonya olarak sıralandı.

 

 

 

EF Education First Yurtdışı Sorumlu Başkanı Peter Holzknecht, Türkiye’nin yeterlilik sıralamasındaki yerinin düşüklüğünün farklı nedenleri olabileceğine işaret ederek, “Ana sebebin kültürel olduğunu düşünüyorum. İngilizce’nin diğer ülkeleri etkilediği kadar Türkiye’yi etkilememesi olabilir.  Türkiye’de gençler ve çocuklar İngilizce ile çok fazla haşır neşir olmuyorlar” dedi.

Türklerin İnglizce ile sorunları olduğu doğru ama araştırmayı yapan kuruluşun yetkili yöneticisinin yaptığı ve yukarıdaki satırlarda yer verdiğimiz açıklamaya katılmak pek mümkün değil. İnglizce’nin Türkiye’yi etkilememesi veya gençlerin, çocukların İngilizce ile haşır neşir olmamaları diye bir şey söz konusu değil. Ne benim çocukluğumda ne de şimdiki dönemde ailelerin, kamu ve özel kuruluşların yabancı dil alanına yaptığı yatırımın haddi hesabı yoktur. Koleji, özel okulu, Anadolu lisesi, üniversitesiyle full bir İngilizce eğitimi var. Özel okullarda kreş ve anaokullarında bile yabancı dil eğitimi var.

Özel Dershaneler Birliği Derneği (ÖZDEBİR) ve Tüm Özel Öğretim Kurumları Derneği’nden (TÖDER) alınan bilgilere göre, Türkiye’de 4 bin 55 adet dershane var ve bunların önemli bir kısmı salt yabancı dil üzerine hizmet veriyor. Kadıköy’de adım başı yabancı dil kursu var. Eskiden c.d. satıcıları yüzünden rahat yürüyemezdiniz şimdi ise yabancı dil kursu broşürü dağıtanlardan.

Yukarıda da görüldüğü gibi Türkiye; kamu ve özel kuruluşlarıyla ve tabii ki velileriyle beraber yabancı dille son derece haşır neşir ancak Türklerin yabancı dille yine de bir sorun yaşadıkları gerçek. Peki bunun nedeni ne olabilir?

Her konuda eğitim sistemi diye otomatik cevap verenlerden değilim ama yabancı dil konusunda hakikaten bu cevabı vermek lazım. Her türlü ayrıntıya gereksiz olsalar bile önem veren eğitim anlayışımızın, tarih derslerinde kralın giydiği elbiseyi bile anlatan metinlerin, yabancı dil eğitimindeki yansımasıdır yaşananlar.

Öncelikle eğitimlerde sunulan konuların sırasıyla başlayalım. Biz de yabancı dil eğitiminde ağırlık gramere verilir. Yani eğitim gramerden başlar. Sonra bu gramer çerçevesinde yazma başlar. Akabinde metin okumasına geçilir. En sonda ise sıra konuşmaya gelir veya gelemez. O yüzden yabancı dilde çok kapsamlı yazılar hatta makaleler yazıp da yol tarif edemeyen gençlerimiz vardır. Neden? Çünkü konuşmaya sıra gelmemiştir de ondan.

Halbuki esas itibariyle Türkçe de dahil olmak üzere tüm dillerin öğrenim süreçleri arasından bir farkı yoktur. Kendi anadilimizi, Türkçe’yi ele alalım. Doğduktan itibaren önce sadece duyar ve dinleriz. Konuşmaya başlamamız iki buçuk, üç yaşını ancak bulur. Sonra konuşma gelir. Okula başlayana yani beş buçuk altı yaşına kadar da bu sürer. Okula başladıktan sonra ise önce okuma sonra yazma gelir. Dilbilgisine yani gramere tam anlamıyla üçüncü ya da dördüncü sınıfta geçilir. Yani dokuz on yaşlarında. Bizim anadilimizi öğrenirken on senede geldiğimiz aşamaya yabancı dil öğrenirken ilk anda hemen atlayıveriyoruz. Üstelik öyle basit cümle kalıpları ile de değil. Bayağı çekimler, zamanlar filan öğretiliyor. Herhalde çocuk Türkçe’de bir noktaya geldi, artık bu noktadan da İngilizce’ye devam eder diye düşünülüyor. Silsile terse döndüğü için de iki kelimeyi bir araya getiremeyen ama sözde İngilizce bilen gençlerimiz var. Bir dil öğrenmeye başlamışsak öğrenim esnasında arada başka bir dil olmamalı. Biz Türkçe öğrenirken, evladım bu kelimenin İngilizce karşılığı bu deniyor muydu? Ya da Türkçe konuşmaya çalışırken önce kafamızda İnglizcesini kurup, sonra Türkçe’ye mi çeviriyoruz. Tabii ki hayır. Ama İngilizce öğrenirken ya da konuşurken yaptığımız bu. Tahtada cümle kalıpları gösterilirken bunun Türkçelerini de bir şekilde aklımızdan geçiriyoruz. Simple present tense dendiğinde hah bu geniş zaman diyoruz. Konuşmaya çalışırken önce kafamızda Türkçesini kuruyor sonra İngilizce’ye çeviriyoruz. Karşımızdaki yabancı da bizi sabırla dinliyor. Sonunda ortaya bir cümle çıkıyor ama o çıkanın İngilizce bir cümle mi olduğu artık tartışılır. Sürekli olarak anadilimizle, öğrenmeye çalıştığımız yabancı dil arasında entegre bir süreç ortaya koydukça da gerçek anlamıyla bir yabancı dil öğrenemiyoruz.

O halde, yabancı dil eğitiminde daha başarılı olmak için yapılması gerekenlerin ne olduğu anadil eğitimindeki süreçlerin bir benzerini tatbik etmekte yatıyor.

  1. Dinleme
  2. Konuşma
  3. Okuma
  4. Yazma
  5. Dil bilgisi öğrenme

Dinlemeden başlayalım ilk. Alıştırmasını da bir video görüntüsü ya da ses kaydı üzerinden yapalım. Önce basit içerikli bir görüntüyü defalarca ve defalarca dinleyelim. Ta ki kulağımız aşina olana kadar. Bu alıştırma günlerce hatta haftalarca sürebilir.

Sonra dinlediklerimizi kendi kendimize tekrar etmeye çalışalım. Yani konuşalım. Söyleneni tam tekrar edemiyorsak, bir daha bir daha geri sararak dinleyelim, dinleyelim tekrar etmeyi başarana kadar.

Akabinde okumaya geçelim. Bu seyrettiğimiz görüntünün ayrı bir metni de olabilir veya seyretme anında ilgili yabancı dilde bir altyazısı varsa o da olabilir. Okuduğumuzu anlama, yine dinlediğimizi anlamada olduğu gibi bizim seviyemizle ilgilidir. Hiç yabancı dil bilmiyorsak ona göre, temel olarak biliyorsak ona göre metinler ya da görüntüler seçmeliyiz. Eğer çeviri yapmıyorsak da mümkün mertebe sözlüğe bakmayalım tabii ki. Ben ortaokulda yabancı dil hazırlık okurken, hocamız tek kelime Türkçe, biz de tek kelime Fransızca bilmiyorduk ama bir şekilde öğrendik.

Yukarıdaki aşamalardan sonra sıra yazmaya geliyor. Tüm birikimler çerçevesinde belli bir duygu ve düşünüş oluştuktan sonra yazma daha etkin bir şekilde gerçekleşecektir.

Bu yazının doğru bir şekilde gerçekleşmesi için dilbilgisi doğrudan gerekli değildir ancak cümlelerin kuruluş yapıları, öğelerin sıralanması, fiil çekimi gibi konularda yapılanların sağlaması için de dilbilgisini nihayete erdirmekte fayda var. Neticede, ifade edilen cümlelerin doğruluğu doğru bir dilbilgisi testinden sonra sağlamlaşır ve doğru bir aktarım söz konusu olur.

Nitekim yurtdışı kaynaklı önemli dil eğitim merkezleri de üç aşağı beş yukarı dinleme ve konuşma ağırlıklı bir başlangıçla dil eğitimi veriyor. Ana tema kelime değil cümle. Yani esasen ilk olarak cümleye odaklanılması ve aşinalık yaratılması hedefleniyor. Yukarıda anlattığımız süreçleri tatbik etmek için illa bir kursa yazılmak da gerekmiyor. Belli bazı temel bilgiler mevcutsa evde tek başına bile kısmen uygulanabilir. Yeter ki bir sebat ve irade olsun.

Görüldüğü gibi yabancı dil öğrenmek aslında böyle uzun bir süreçleri gerektiriyor. Zaten yazının başında da belirttiğimiz gibi insanın anadilini tam anlamıyla öğrenmesi bile dokuz- on yılı bulurken ve üstelik küçük yaşların zihin berraklığına rağmen bu söz konusu olabiliyorken daha sonraki yaşlarda öğrenilmeye başlanan yabancı dilde hemen istenen noktaya gelinmesi tabii ki mümkün değil.

Tabii hemen bu noktada da yabancı dilin hangi yaşta öğrenilmeye başlanması konusu gündeme geliyor. Buradaki görüşler iki yönlü. Biri, okul çağıyla hatta anaokulu öncesi dönemden başlamak üzere yabancı dil öğretiminin başlanmasının uygun olacağı zira anadil öğrenme sürecindeki algıların netliğinin aynı dönemde bir yabancı dilin öğrenilmesine de katkıda bulunacağını savunurken, diğer bir görüş anadil eğitimi ile ilgili süreçler belli bir noktaya geldikten sonra yabancı dil eğitiminin verilmeye başlanmasının bir dili layıkıyla öğrenmiş birinin ikincisini de aynı şekilde kolaylıkla öğrenilmesine katkıda bulunabileceğini savunmaktadırlar. Özellikle 0-3 yaş arasındaki çocuk beyninin her şeyi kaydeden bir teyp işlevi görmesi, beş yaşından sonra da yavaş yavaş bu özelliğini kaybetmesi nedeniyle en geç üç ile beş yaş arasında ikinci bir dilin eğitimini savunanlar genel de örnek olarak da aynı ailede birden fazla lisan konuşularak büyüyen aristokrat ailelere mensup çocukları gösteriyorlar. Tersini savunanlar ise küçük yaşta birden fazla dil öğretmeye çalışmanın çocuğun zihnini yoracağını düşünmektedirler. Uzmanlar arasında görüldüğü gibi bu konuda tam bir görüş birliği yok. Benim şahsi görüşüm ise hangi yaşta başlanırsa başlansın hangi dil daha fazla kullanılıyorsa o dilin daha ağır basacağıdır. Türkiye’de bir çocuğa üç yaşında yabancı dil öğretmeye kalksak da o dili fazla kullanmadığı sürece Türkçe kadar gelişmeyeceğidir. Almanya’daki Türk ailelerin çocuklarının hiçbir zaman Türkçe’yi tam iyi konuşamamaları gibi. Dil nankördür diye bir deyim vardır. Kullanmadığınızda bir şekilde körleşiyor. Bu nedenle yabancı dil öğrenmekle işin bitmediği, o sıcaklığın bir şekilde muhafaza edilmesi gerektiği aşikar. Yabancı dilde; dinleme, konuşma, okuma ve yazma sürekli olarak yapıldığında o dil korunmakla kalmaz aynı zaman da gelişir de. Bu nedenle yabancı dil eğitimlerinin yukarıda belirttiğimiz sıra ile yapılmasının yanı sıra, kişilerin de gayret sarf ederek ve çalışarak buna eğilmesi önemli. Çocuksa velisi gözetiminde, yetişkinse bizzat kendisi tarafından.

Ancak yine de Holzknecht’in İngilizce’nin Türkiye’yi çok etkilemediği argümanına takılmadan edemiyorum. Evet İngilizce’yi önemsiyoruz ama bu önemi gerçekten içselleştiriyor muyuz? Bu açıdan bakmak lazım belki. Türkiye medeniyet yarışında nispeten geri kalmış ve bir şekilde önündekileri yakalamaya çalışıyor. Yani o medeniyet dairesine tam olarak girememiş. Öte yandan sömürge de olmadığı için o medeniyet dairesinin yoğun empozasyonunu da yaşamamış. Dolayısıyla o dairenin hakim diline tam anlamıyla hakim olabileceğimiz araçlarımız hiçbir zaman mevcut olmamış. Zamanında büyük devlet olmanın verdiği bir bilinçaltı belki bu içselleştirmeyi engelleyen. Bizi geride bırakan gelişmeleri ve onun dillerini bir türlü kabullenemiyoruz belki. Yoksa hangi ülkede var yabancı dil eğitimine “What do you do, yattı uyudu” diye bir cümle ile yaklaşan bir millet.

GİRAY ERGİN

Yorum göndermek için lütfen giriş yapın.