28.09.2013
Tuğçe Nur ÖZTUNCA
Suriye Krizi'ne Genel Bakış
Arap halklarının demokrasi, özgürlük ve insan hakları arayışı çerçevesinde başlamış olan Arap Baharı, zaman içerisinde bölgesel ve toplumsal siyasi hareketlere dönüşerek Tunus, Mısır, Libya, Cezayir, Fas ve Yemen'deki tek adam yönetimlerinin değişmesine sebep olmuştur. 2011 yılında başlayan bu süreç bölgede bir uyanışa sebep olarak Suriye'de de etkisini gösterdi.
Uzun yıllardır baskıcı Baas rejimiyle yönetilen Suriye halkı, gelir dağılımındaki adaletsizlik, basın ve ifade özgürlüğünün kısıtlanması, işkence ve 1963'ten beri devam eden OHAL uygulamaları gibi olumsuzluklara tepkisini göstermeye başlayarak hükümetten reform taleplerinde bulundu. İç savaşa kadar giden bu sürecin çıkış noktası olarak 15 Mart 2011 tarihi esas alınmaktadır. Suriye’de halk hareketinin çıkışı ile ilgili olarak yaşanan olaylara baktığımızda “kolektif davranış”tan çok uzak bir noktadan başladığını görmekteyiz. Olayların Suriye'deki ilk kıvılcımı; Arap Baharı ile ilgili telefonda konuşan iki Suriyeli kadın doktorun, telefon konuşmasının dinlendiğinden haberleri olmadan konuşmalarını rejim aleyhinde sürdürmeleri üzerine gözaltına alınmasıdır. Bu olayın hemen ardından tepki göstermek maksatlı, üniversite öğrencileri 15 kişilik bir grupla barışçıl bir gösteri yaparlar. Rejim tarafından gösterilerin şiddetle bastırılmaya çalışılması sonucunda bir genç öldürülür. Öldürülen gencin kardeşi ve arkadaşları okudukları lisenin duvarına “Eş-şeab yurid iskat en-nizam”, yani; “Halk düzenin değişmesini istiyor.” yazdıkları için gözaltına alınırlar ve işkence görürler. Bu olayların üzerine Dera bölgesinin kanaat önderleri istihbarat sorumlularından çocukların bırakılmasını talep eder. Ancak olumlu şekilde karşılık alamazlar. Bunun üzerine 1000 kişilik bir grup sokağa çıkarak gösteriler yapmaya başlar. Bu gösterilerin amacı ilk başta siyasi tutukluların salınması içindir. Halkın Esad rejiminden reform talepleri vardır ve rejimin düşmeyeceğinin farkındadırlar. Ancak Esad rejiminin gösterileri bastırmaya çalışırken silahlı şiddete başvurması halkı daha fazla isyana sürüklemiştir ve günden güne isyan büyüyerek farklı şehirlere taşmıştır. Kısa zamanda büyüyen bu olaylar Suriye'yi bir iç savaşa sürüklemiştir. Hükümetin silahlı güç kullanımına karşılık, muhalefet silahlı gruplar oluşmaya başlamış ve olaylar karşılıklı çatışma boyutuna taşınmıştır. Ülkedeki güvenlik teşkilatının askeri özellikler üzerine kurulması ve toplumsal olaylara müdahale edebilecek nitelikte eğitilmiş toplum polisinin olmaması gösterilerin kısa sürede çatışmalara dönüşmesine sebebiyet vermiştir. [1]
Esad rejiminin halka ateş açmasıyla başlayan iç savaşta on binlerce Suriye vatandaşı hayatını kaybetmiş, 100 binlerce vatandaş komşu ülkelere sığınmak zorunda kalmıştır. Suriye krizi, ulusal ölçekteki çatışmaların ötesinde bölgesel ve küresel seviyede bir anlaşmazlığa dönüşmüş; ulusal, bölgesel ve küresel düzeyde üç boyutlu bir ihtilaf meydana getirmiştir. Kriz, Orta Doğu’da Şii-Sünni gerilimine yol açarken, dünyada demokratikleşme hareketlerini destekleyen aktörlerle otoriter yönetimleri destekleyen devletler arasında mücadeleye neden olmuştur. Suriye krizi, uluslararası ilişkilerde insan hakları ihlalleri durumunda dış müdahaleleri gerekli gören eğilimle, devletlerin mutlak egemenliğini savunan ve
dış müdahalelere karşı çıkan eğilimin karşı karşıya gelmesine yol açmıştır.[2]
Suriye krizinde, uluslararası kamuoyunda ve medyada “Suriye muhalefeti” olarak kabul gören sivil ve askeri Suriye muhalefetinin birlik oluşturamama, gücü ve eylemleri şişirme, dini ve mezhepsel söylemlere eğilim gösterme, yönetimin devrilmesinin ardından ne olacağına ilişkin bir yol haritası sunamama gibi nedenlerle Suriye içindeki halk destekleri uzun bir süre sınırlı kalmıştır. Suriye rejiminin de iç propagandasında kullandığı dış müdahale çağrıları ve El Kaide’nin muhalefetin askeri kanadı ile birlikte hareket ettiği düşüncesine yol açan argümanların da etkisiyle özellikle büyük kentlerde halkın geniş kesimleri isyan sürecinden ayrı durmuş ancak rejimin ayaklanmayı sadece “devlet güvenliği” çerçevesinde değerlendirerek bastırmak için güce başvurması isyanın sona erdirilmesi ihtimalini de ortadan kaldırmıştır.[3]
Esad rejiminin gösteri yürüyüşlerini silahlı kuvvet kullanarak bastırmaya çalışması, muhalefet hareketinin uluslararası düzeyde tanınmasını sağlamıştır. Uluslararası destek sayesinde muhalefet hareketi Suriye’nin meşru temsilcisi olmuştur. Suriye'deki halkların çeşitliliği muhalefetin de çeşitlenmesine sebebiyet vererek birçok farklı siyasi ve silahlı grup oluşmuştur. Oluşan bu muhalif gruplar, çatı muhalefet örgütü olarak Suriye Devrimi Muhalefet Güçleri Koalisyonu adı altında toplanmışlardır. Genel olarak Suriye muhalefeti kendi içinde üçe ayrılmaktadır. Genelde sadece rejimi devirip, demokratik sistem koymak isteyen normal muhalifler (her düşünce, millet ve dinden), aşırı İslamcı, şeriat düzenine yatkın muhalifler ve özgürlük isteyen Kürt muhalifler. Suriye Ulusal Konseyi’nin çatısı altında yer alan muhalif oluşumlar şunlardır:
• Müslüman Kardeşler ve Destekçileri
• Şam Deklarasyonu
• Suriye Yerel Koordinasyon Komiteleri
• Suriye Yüksek Devrim Konseyi
• Bağımsız Liberaller Kitlesi
• Seküler ve Demokratik Suriyeliler Koalisyonu
• Suriye Devrim Genel Komisyonu
• Şam Baharı (Rabii El-Demaşk)
• Ulusalcı Şahsiyetler
Bunlar dışında çok tanınmayan ve bu üç kategori içine giren küçük gruplar da bulunmaktadır. Ancak tüm muhalefetin ortak yönü; devlet başkanı Beşşar Esad'ın devrilmesidir.[4] Ayrıca, muhalif gruplar arasında olan görüş ayrılıkları da zaman zaman kendi aralarında çatışmalara sebebiyet vererek Esad iktidarının elinin güçlenmesine neden olmaktadır. Suriye'de muhalefet zamanla silahlı güç kullanma seçeneğine yönelmiş ve bu yönde teşkilatlanmaya başlamıştır. Bunun sonucunda; Özgür Suriye Ordusu (ÖSO), Suriye Hava Kuvvetleri’nden albay rütbesinde istifa eden Riyad El-Esad ve ordudan ayrılan bir grup asker tarafından 29 Temmuz 2011 tarihinde kurulmuştur. ÖSO, Esad rejimini silahlı kuvvet kullanarak devirmek hedefiyle ve muhalif silahlı unsurları tek çatı altında birleştirmek amacıyla tesis edilmiştir.[5]
Suriye'de Ayaklanma Sürecini Hazırlayan Faktörler
İç Faktörler
-Rüşvet ve yolsuzluk
Suriye'de ayaklanma sürecini hazırlayan en önemli faktörlerden biri olan rüşvet ve yolsuzluk, ülkede büyük bir kesime yayılmıştı. Gelir dağılımında yaşanan adaletsizliklerin artması vatandaşların temel ihtiyaçlarını karşılamalarına engel olmaktaydı. Halkın giderek yoksullaşması da onları isyana sürükleyen en önemli sebep olmuştur.
-Adam Kayırma
Suriye'nin en önemli sorunlarından birisi de işe alım konusunda yapılan ve kemikleşmiş olan adam kayırmacılığın rüşvet miktarına bağlı olarak yapılmasıydı. Bu da halk arasında işsizliğin artmasına sebebiyet vermekteydi. Ekonomide adil dağılımların olmaması bu süreçte halkı en çok yıpratan etken olmuştur.
-İnsan Hak ve Hürriyetleri
1967 yılındaki Arap-İsrail savaşında İsrail Suriye’nin Golan Tepeleri’ni işgal etmiştir. 1973 yılındaki savaşta Suriye, bu toprakların bir kısmını geri almış olmakla birlikte hala kağıt üzerinde İsrail ile savaş halinde bulunmaktadır çünkü topraklarının bir kısmı İsrail işgali altındadır ve İsrail BM kararlarına rağmen bu topraklardan çıkmaya pek niyetli değildir. Bu süreç, Suriye’de 40 yıl uygulamada kalacak olan Olağanüstü Hal Yasası’nın (OHAL) uygulamaya sokulmasına da neden olmuştur. Fiili seferberlik hali bitmesine rağmen yönetimin OHAL’i kaldırmaya yanaşmaması ülkede huzursuzluğa sebep olmuştur. Ayrıca, 40 yıl uygulamada kalan OHAL sadece bireysel haklar, basın özgürlüğü, ifade ve fikir özgürlüğü, çok partili siyasi hayat gibi hakları askıya almakla kalmamış; Suriye halkını istihbaratçı gölgesinde yaşamaya zorunlu hale getirmiştir.[6]
-BAAS Partisi’nin politik açıdan iflas etmiş olması
İktidara geldiği 1970 yılına kadar hem kamu hizmetleri hem de politik anlamda etkin ve üretken olan parti, bir taraftan da OHAL uygulamasının verdiği avantajlardan faydalanmıştır. 2000’li yılların sonuna gelindiğinde partinin üye sayısı 5 milyona ulaşmış ve parti üyeliği siyasi bir kimlik değil iş bulma, güce ortak olma gibi amaçların bir vesilesi haline gelmiştir. Anayasa’nın 8.maddesinde yer alan “Baas Partisi toplumun ve ülkenin lideridir” ifadesi ile ülkede siyaset üstü hale gelen parti, zamanla devletin kendisi olmuştur. Kontrol eden muhalif partiler ve basın olmadığı için “ülkenin liderliğinden çok patronluğunu” yapan Baas partisi, 2011 yılına gelindiğinde politik açıdan iflas etmiş durumdaydı. Bu sebeple Baas partisi, kamu hizmetleri başta olmak üzere toplumsal hayatın her alanında kangrenleşmiş bir yapının sebebi olmuştur.[7]
Dış Faktörler
Ulusal ölçekteki çatışmanın bölgesel ve küresel bir anlaşmazlık halini aldığı Suriye krizi üç düzeyde değerlendirilmektedir. Ulusal düzeyde otoriter Baas yönetimiyle ayaklanan ve silahlanan halk arasında iç savaşa dönüşen bir çatışma vardır. Bölgesel düzeyde, ayaklanan halk lehinde tutum geliştiren ülkelerle Şam’da yönetim değişikliğine karşı çıkarak Esad rejimini destekleyen İran arasında bir nüfuz mücadelesi söz konusudur. Türkiye ve genel olarak Arap dünyası, Suriye halkının demokratik ve ekonomik hak ve özgürlük taleplerini desteklemekte, Baas iktidarı tekelinin son bulması gerektiğini beyan etmektedir. Tahran ise Suriye’de Nusayri azınlığın etkili olduğu mevcut iktidarın varlığını sürdürmesi gerektiğini savunmaktadır. İran, Suriye’de Esad iktidarı çözülürse kendi rejiminin tehlikeye girebileceğini, bölgedeki rejim değişikliği dalgasında sıranın kendisine gelebileceğini değerlendirmektedir. Ayrıca Tahran, Esad iktidarının devrilmesiyle Orta Doğu’da gerçekleştirmeye çalıştığı Şii hilali projesinin de akamete uğrayacağını hesap etmektedir.[8]
ABD’nin Suriye Politikası
ABD, Arap Baharı karşısında ihtiyatlı bir tavır sergilemiştir. Bazı Batılı ülkeler ve bölge ülkeleri ise yaşanan gelişmeler karşısında ABD'den gelecek tutuma göre hareket etme taraftarı olmuş ve özellikle Suriye konusunda büyük bir ikilemle karşı karşıya kalmışlardır. Amerika’nın Tunus ve Mısır’da değişimden yana açıktan tavır almasına karşı, Libya’ya askeri müdahale gündeme geldiğinde liderliği Fransa’ya bırakması ve Suriye söz konusu olduğunda ise Türkiye ve Arap Birliği’nin geliştirdiği stratejileri desteklemesi bunun en açık örneği olmuştur. ABD'nin Suriye politikasına baktığımızda ise kendisini sınırlayan belli bazı faktörler olduğu açıkça görülmektedir. Bunlardan en önemlisi süphesiz ki; ''Esad sonrası istikrarsızlık ve daha kanlı bir iç savaş korkusu''dur.[9] Ülke içindeki farklı etnik ve mezhepsel grupların muhalefet olarak bile bütünlük sağlayamayışı, rejim yıkıldıktan sonra aralarında çıkabilecek çatışma olasılığını arttırmaktadır. Bu yaşanabilecek istikrarsızlık ve otorite boşluğu ABD'nin olası stratejileri kapsamında pek olumlu sonuçlar doğurmamaktadır. Yani askeri ve siyasi muhalefetin dağınık olduğu, Esad rejiminin alternatifinin olmadığı bir Suriye'de güçlenebilecek diğer grupların -radikal İslamcılar gibi- olması da ABD'nin adım atmamasının sebepleri arasında gösterilebilmektedir. Tabii bu faktörlerin yanı sıra ABD'yi Suriye konusunda harekete geçmeye iten faktörler de bulunmaktadır. Bunların en başında ise; kimyasal silahların merkezi kontrolden çıkması gelmektedir. Bu konuda duyulan endişenin en yakın örneği de geçtiğimiz ay, Şam'da sivil halka sarin gazı kullanılmasıdır. Suriye Ulusal Konseyi'nin iddiasına göre, 1300 kişinin ölmesine sebep olan bu olay iki yıllık iç savaştaki en büyük katliamdır. BM denetçileri tarafından hazırlanan raporda ise, saldırıdan belli bir taraf sorumlu tutulmamıştır. Bu olayın ardından, Amerika Birleşik Devletleri'nin saldırıdan Suriye hükümetini sorumlu tutmasıyla askeri müdahale tehditleri yapılmaya başlandı fakat daha sonra ABD ve Rusya'nın vardığı anlaşma uyarınca Suriye'nin kimyasal silahlarını devretmesi istendi. [10] ABD'yi adım atmaya iten bir diğer konu da artık insani bir mesele olmaktan çıkıp stratejik bir tehdit boyutuna dönüşen mülteci meselesidir. 1 milyonu aşkın Suriyeli mülteci Ürdün, Lübnan, Türkiye, Irak ve Mısır’a yerleşmiş durumdadır. Bu sayı ülkede istikrarın her geçen gün daha da bozulması ile giderek artmaktadır. Bu durum insani açıdan çok büyük sorunlar doğursa da bu ABD’yi Suriye konusunda ikna için yeterli olmamaktadır. Ancak mülteci sorunu giderek tüm Ortadoğu bölgesini etkileme potansiyeline sahip stratejik bir soruna dönüşmekte, Suriye sorununun bölgeselleşmesine neden olmaktadır. [11]
İran'ın Suriye Politikası
Tahran, Sünni Arap dünyasına karşı oluşturmak istediği Batı karşıtı Şii Hilali’nin en önemli parçası ve vazgeçilmez askeri ve stratejik müttefiki Suriye’de yaşanacak bir rejim değişikliğinin, Tunus ve Libya örneklerinden farklı olarak, bölgede İslam devrimini ve hatta belki de, 2. Dünya Savaşı sonrasında kurulan dengeleri yok etme potansiyeline sahip olduğu[12] düşüncesiyle rejim yanlısı bir politika izlemiştir.
İran açısından BAAS rejiminin çökmesi ve yerine Sünni İslamcı yeni yönetimin gelmesi ilişkilerinin boyutunun değişmesi demektir. Bunun yanı sıra kurulacak yeni Suriye yönetiminin batıyla ittifak içinde olma olasılığı da İran'ı endişelendirmektedir. İran’ın hali hazırdaki bölgesel nüfuzunu zayıflatacak özellikle Hizbullah ile bağlantı noktasını sınırlayacak ve İsrail tehdidine karşı kontrolünü azaltacak herhangi bir oluşumu istememesi, bu konudaki stratejilerini belirlemesini sağlamıştır.
Rusya ve Çin'in Tutumu
Rusya ve Çin Suriye Krizi konusunda, diğer BM daimi temsilcilerinden farklı bir tutum sergilemektedir. Rusya'nın bu stratejiyi belirlemesindeki en önemli etken şüphesiz ki ABD'yle olan nüfuz mücadelesidir. Ayrıca Suriye, Rusya için jeopolitik bir öneme de sahiptir. Rusya'nın sıcak denizlerle olan bağlantı noktasında bulunan Suriye'nin batıya dönük veya ABD nüfuzu etkisinde olması kuşkusuz Rusya'nın çıkarları doğrultusunda olmayacaktır. Çin yönetiminin Rusya ile birlikte hareket ederek Batı'nın karşısında yer almasının sebebi ise; ABD'nin Asya-Pasifik stratejisiyle alakalıdır. ABD'nin bu bölgede yapmayı amaçladığı ekonomik yatırımlar Çin'in endişelenmesine sebebiyet vermiştir. Ayrıca ABD'nin Tayvan'a silah satması da Çin'i tedirgin eden bir başka sebep olarak karşımıza çıkmaktadır. BM Güvenlik Konseyi daimi üyesi bu iki ülkenin Suriye’ye uluslararası müdahaleye mesnet teşkil edebilecek kararları engellemesi ve Rusya’nın iktidar değişimini önlemek için Esad rejimine destek sağlaması[13] bu stratejilerin bir sonucudur.
Avrupa Birliği’nin Tutumu
AB’ye yön veren Fransa, Almanya, İngiltere ve diğer AB üyesi ülkeler Suriye’de yaşananlar konusunda ortak bir görüş içerisinde olarak Esad rejimini daima eleştirip suçlu ilan etmişlerdir. Bu ülkeler, BM ve Arap Birliği’nin Suriye Özel Temsilcisi Kofi Annan tarafından yapılan çalışmalara da destek vererek bu konudaki net tavırlarını ortaya koymuşlardır. Ancak tüm bunlara rağmen, AB’nin Suriye konusunda etkin ve ortak bir politika geliştirebildiği söylenememektedir. Kofi Annan’ın çalışmalarını destekleyen AB’nin yalnız Suriye’ye silah satışını durdurması yönündeki kararı bu çerçevede yapılan önemli bir girişim olarak kabul edilebilmektedir. Bu karar da Rusya’nın Suriye’nin silah tedarikçisi olması ve tedarike devam etmesi sebebiyle etkisini yitirmektedir.[14]
Türkiye'nin Suriye Krizi'ndeki Yeri
Türkiye’nin, Arap Baharı çerçevesinde takındığı ve otoriter yönetimlerin iktidardan ayrılması yönünde gösterdiği tavır ve politikalar Suriye Krizi'nde adeta duvara çarpmıştır. Tabii buna neden olan küresel ve bölgesel bazı etkenler bulunmaktadır. AKP iktidarı süresince ''komşularla sıfır sorun'' politikası neticesinde kurmuş olduğu ilişkinin bir sonucu olarak Türkiye, bu süreçte aktif bir rol almak istemiş ve stratejilerini buna göre belirlemiştir. Türkiye Suriye konusunda, rejim karşıtı bir tavır sergileyerek muhaliflerin yanında yer almıştır. Ancak Ankara yakın zamana kadar çok iyi ilişkiler içinde olduğu ve anayasal reformlar yoluyla dönüşmesi için çaba sarf ettiği Suriye rejiminin muhalif eylemler ve hatta silahlı bir direnişe karşı tecrübesini hesaba katmamıştır. Ankara’nın Suriye ile ilgili öngörülerinin gerçekleşmemesinin nedenleri olarak; rejimin direncini, muhaliflerin yapısını ve bölgesel aktörlerin etkinliğini doğru okuyamaması sıralanabilmektedir.[15]Türkiye'nin bu öngörü eksikliği bölgede en çok Türkiye-İran ilişkilerini etkilemiştir. İki ülkenin sorunun farklı taraflarında yer alması ikili ilişkilerin gerilmesine sebep olmuştur. Böylelikle Suriye politikasında yalnız kalan Türkiye, bölgede olan etkisini de yitirmeye başlamıştır.
Krizin Türkiye açısından diğer önemli bir hususu ise, sorunun iç savaşa dönüşmesiyle, güney sınırında ciddi bir güvenlik tehdidi oluşturmasıdır. Sınırda yaşanan bu gerginlikler, ülkenin iç sorunu olmaya doğru eğilim göstermiştir. Türkiye, hem demokratikleşme sürecine dahil olma hem de sorunu çözme isteği neticesinde muhaliflerle temas kurarak, muhalefetin toplantılarına da ev sahipliği yapmıştır. Suriye Krizi'nde bölge ülkelerinin en önemli sorunlarından birinin de mülteciler olduğuna değinmiştik. Suriyeli sığınmacıların Türkiye ekonomisine ciddi bir yük oluşturduğu da yadsınamaz bir gerçektir. Buna ek olarak, çadırkent ve konteynerkentlerin yer aldığı bölgelerde oluşan güvenlik riskleri bölge halkını da olumsuz şekilde etkilemektedir.
Suriye’deki iç savaş ülkenin iç sorunu olan Kürt meselesini de etkilemektedir. Esad rejiminin PKK terör örgütünü Suriye'nin kuzey ve kuzeydoğusundaki Kürtlerin muhalefete katılmasını engellemek maksadıyla kullanması, bu doğrultuda örgüte silah ve mühimmat tedarik etmesi, PKK'ya bölgede hareket alanı sağlamıştır. Bunun neticesinde, PKK Esad rejiminin sağladığı himaye ile Suriye’nin kuzey ve kuzeydoğusunda PYD ile birlikte varlık göstermekte, militan kaynağını Suriyeli Kürtlerden temin etmeye çalışmaktadır. Orta Doğu’da dört parçalı konfederal bağımsız bir Kürdistan hedefleyen KCK sisteminin parçaları olarak hareket eden PKK ve PYD bölgedeki ayrılıkçı eğilimi tahrik etmektedir.[16]Tüm bunların sonucunda, Suriye kirizinin Türkiye’nin toprak bütünlüğüne bir tehdit oluşturduğu, dolayısıyla bu krizin bir dış meseleden çok ülkenin iç meselesine dönüştüğü görülmektedir. Bu sebeple sorunun çözülmesiyle ilgili atılacak her adımın ihtiyatlı bir şekilde değerlendirilmesi gerekmektedir. Türkiye, Suriye krizini değerlendirirken krizin sadece Suriye ile sınırlı bir mesele olmadığını dikkate almalıdır zira Türkiye'nin Suriye Krizi'nde tekrar düşeceği bir hata, altından kalkılamayacak sonuçlar doğurabilme riski taşımaktadır.
Sonuç
Suriye krizi Suriye ile sınırlı kalmamış, bölgesel ve küresel düzeyde bir mücadeleye yol açmıştır. Ulusal ölçekte iç savaş halini alan kriz, Orta Doğu’da İran liderliğindeki Şii unsurlarla Körfez ülkelerinin öncülüğündeki Arap devletleri arasında rekabete yol açarken, küresel ölçekte demokratikleşme hareketlerini destekleyen Batılı aktörlerle Rusya ve Çin gibi otoriter yönetimleri müdafaa eden devletler arasında anlaşmazlığa dönüşmüştür. Arap Birliği ve Birleşmiş Milletler vasıtasıyla başlatılan çözüm girişimleri sonuçsuz kalmış, Suriye’ye uygulanan yaptırımlara karşı Esad rejimi Rusya, Çin, İran, Irak ve Hizbullah’ın desteğini alarak direnç göstermiştir.[17]
Suriye’de iki yılı aşan ayaklanma süreci silahlı çatışmalarla birlikte şiddet sarmalına dönüşmüş ve buralarda yaşayan insanların bir kısmının Türkiye, Ürdün ve Lübnan gibi çevre ülkelere sığınmasına sebep olmuştur.[18] Birçok ev ve iş yeri tahrip olmuş ve ülkede yaşam alanı çoğu yerde kısıtlanmıştır. Bunların yanı sıra çok sayıda sivil ölümleri yaşanmıştır. Sorunun bölgesel ve küresel güçlerin elinde bir türlü evrilememesi ve Esad rejiminin direnci yüzünden gün geçtikçe karmaşık bir yapıya dönüşmesi kaçınılmaz olmuştur. Geçtiğimiz Ağustos ayında yaşanan kimyasal silah saldırının ardından beliren müdahale ihtimali şu anda askıya alınmış gözükmektedir. Ayrıca, silahı kimin kullandığının belirsizliği ve BM denetçilerinin bu konuda yaptığı çalışmalar devam etmektedir ve sorunun yeni bir boyut kazanması için Ekim ayından sonra yapılması beklenen Cenevre Barış Konferansı beklenmektedir. Yaşanan son gelişmelere bakıldığında, ülkede muhalefet ve rejim açısından artık son aşamaya gelindiği görülmektedir.
[1] Suriye Krizinin Dinamikleri ve Aktörlerin Değerlendirilmesi, Orsam Ağustos 2012
[2] Bütün Boyutlarıyla Suriye Krizi ve Türkiye, Bilgesam Kasım 2012
[3] Suriye Krizinin Dinamikleri ve Aktörlerin Değerlendirilmesi, Orsam Ağustos 2012
[4] http://tr.wikipedia.org/wiki/Suriye_%C4%B0%C3%A7_Sava%C5%9F%C4%B1
[5] Bütün Boyutlarıyla Suriye Krizi ve Türkiye, Bilgesam Kasım 2012
[6] Suriye Krizinin Dinamikleri ve Aktörlerin Değerlendirilmesi, Orsam Ağustos 2012
[7] Suriye Krizinin Dinamikleri ve Aktörlerin Değerlendirilmesi, Orsam Ağustos 2012
[8] Bütün Boyutlarıyla Suriye Krizi ve Türkiye, Bilgesam Kasım 2012
[9] Abd Suriye Konusunda Neyi Bekliyor? Oytun Orhan, ORSAM Mayıs 2013
[10] http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2013/09/130916_suriye_bm_sarin.shtml
[11] Abd Suriye Konusunda Neyi Bekliyor? Oytun Orhan, ORSAM Mayıs 2013
[12]Türkiye Dış Politikası İçin Bir Test: Suriye Krizi, Doğan Ertuğrul, Tesev
[13] Bütün Boyutlarıyla Suriye Krizi ve Türkiye, Bilgesam Kasım 2012
[14]Suriye Krizi'nde Bölgesel ve Küresel Aktörler, SDE Analiz Haziran 2012
[15]Türkiye Dış Politikası İçin Bir Test: Suriye Krizi, Doğan Ertuğrul, Tesev
[16] Bütün Boyutlarıyla Suriye Krizi ve Türkiye, Bilgesam Kasım 2012
[17] Bütün Boyutlarıyla Suriye Krizi ve Türkiye, Bilgesam Kasım 2012
[18] Suriye Krizinin Dinamikleri ve Aktörlerin Değerlendirilmesi, Orsam Ağustos 2012