14/03/2013
2015 yılı soykırım iddialarıyla ilgili önemli bir dönüm noktası olacaktır. Başta diyaspora olmak üzere ilgili çevreler geniş çaplı bir strateji üzerinde derinden hazırlıklarını sürdürmektedirler. Çağımızın savaş şekli olarak propaganda ve bunun sonraki cephesi olarak genellikle diplomasiyi görmekteyiz. Propaganda tekniklerini bilemeyenler diplomasiden de dişe dokunur netice alamazlar. Büyük stratejiler en az 10 yıllık olup yarım asırlık, hatta birkaç asırlık olanları vardır. Her devletin istediği stratejiyi uygulama hakkı olabilir. Fakat bunları yok sayarak geçmiştekileri hesaba katmamak, bir adım sonrasını görememek, geleceği de kaybetmek demektir.
Soykırım iddiaları konusunda Türkiye’nin savunma pozisyonuna girmeden enformatik propaganda, bilimsel gerçeklerin akademik zeminlere sunulması, ülkemizin tanıtımı, yakın tarihin aydınlatılması konularında yerine getirmesi gereken sorumlulukları bulunmaktadır. Bu alandaki imkanlar ve fırsatlarına bir başkasının sahip olması mümkün değildir. Ancak zayi edilen fırsatlar açısından üstüne yoktur.
Yurt dışında görev yapan veya bir şekilde yabancılarla muhatap olan vatandaşlarımızın bu konuda maruz kaldıkları muamele sonucu psikolojik savaş genellikle baştan kaybedilmektedir. Konuyu en iyi şekilde bilmesi gereken akademisyen ve diplomatlarımızın dahi yetersiz, eksik, yanlış bilgilerle boynu eğik dolaşmalarının faturası zannedildiğinden çok daha fazladır. Öte yandan “soykırım yapmış bir neslin ahfadı” diye iftira edilen bir toplumdan insan hakları, saygı, demokratik terbiye de beklenemez.
1915 Tehcir Kararnamesi, o güne kadar başta Taşnak çeteleri olmak üzere genellikler Ruslarla işbirliği halinde olan Ermenilerin Müslümanlara karşı uyguladıkları katliam, işkence ve bilumum insanlık dışı muameleler konusunda yığınla arşiv belgeleri vardır. Osmanlıya inanmayanlar için Rus, Amerikan hatta o günkü mesela Ermenistan başbakanının arşivlenmiş beyanatı vardır. Tehcir uygulamasının sona ermesinden sonra Fransa, ABD, Ermenistan’a yerleşmeyip eski köylerine dönmek isteyenlerle ilgili o yıllarda birçok diplomatik kararlar, mahkemeler, yazışmalar, raporlar, hatta Ermeni yayın organlarının yazıları bulunmaktadır. Malta sürgünleri neticesinde İngiliz mahkemesinin kararlarını herkes bilmelidir. Fakat işgal altındaki Nemrut Paşa Divanı’nın da mahkemeyle ilgisi olmadığı bilinmelidir.
Bu cümleden olarak 1921’de başlayıp kısa bir süre içinde sonuçlanan Berlin Mahkemesi, yaygın ismiyle Talat Paşa Davası bulunmaktadır. Talat Paşa, Ermeni çetelerinin katliamının İstanbul ayaklarına sonuna kadar göz yummuş, herşeyin bittiğini görünce tehcire giden yolun sorumluları arasında yer almıştır. Ancak müsamaha gösterdikleri onu rahat bırakmamış ve Berlin’de Ermeni komitacı Tehliryan tarafından katletmiştir. Berlin Mahkemesi bu katilin yargılanması davasıdır. Ancak ilginçtir dava katilin adıyla değil maktulün adıyla anılmıştır.
Mahkeme hazırlık safhasında suikast davası olmaktan çıkmış adeta Müslümanların Hıristiyanları katletme davası haline gelmiştir. Davanın başından itibaren tehcir esnasında yapılanlarla ilgili devlet görevlileri suçlanmaya çalışılmış, Talat Paşa’ya karşı Ermeni avukatlarca ileri sürülen iddia ve iftiralara diğerleri yanında Alman yetkililer de cevap vermek istemiştir. Ancak Alman mahkemesi o yıllarda Türkiye’de hatta Talat Paşa’nın yanı başında görev yapan kendi komutanlarının dahi bu konuda şahitliğini kabul etmemiştir.
Alman makamları davanın bir an önce kapatılması, katilin bir şekilde serbest bırakılması yönünde gayret göstermiş ve mahkemeye baskı uygulamıştır. Bu yüzden yargılamada birçok usulsüzlükler görülmüştür. Katil Tehliryan “şuuru yerinde olmadığı” gerekçesiyle serbest bırakılmış, mahkeme kararının temyizi uygun görülmemiştir. Mahkeme boyunca “Ermeni meselesinin karmaşık bir hale sokulduğu ve bundan İtilaf Devletleri’nin sorumlu olduğu, olayların müsebbibinin kesinlikle Türkler olmadığı, bilakis katliamı öncelikle Ermenilerin başlattığı” yolundaki ifadeler kararda görülmektedir. Buna karşın Alman makamları davanın bir an önce sonlandırılması baskısı ile, hatta karşı savunma endişesiyle Tehliryan lehine şahitlerin dahi sınırlı tuttuğu görülmektedir.
Berlin’deki bu mahkeme üzerinden nerdeyse bir asır geçmiştir. Mahkeme evrakı ve tutanakları ve evrakları yanında bu konuda başta Alman hariciyesi olmak üzere diğer kurumların bu konudaki yazışmalarının derlenip yayınlanması yakın dönem tarihine ışık tutacak önemli bir kaynaktır. Mevcut ve muhtemel iftiralara karşı Türkiye’nin yakın dönem tarihi konusunda gerekli çalışmaları yaptığına inandığımız Dışişlerimizin bu dosyayı derleyip yeniden değerlendirerek kamuoyuna, akademik ve diplomatik çevrelere sunmasını bekliyoruz.
Prof. Dr. Alaeddin YALÇINKAYA*
* Prof. Dr. Alaeddin Yalçınkaya, Sakarya Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü Başkanı'dır.
“Ermeni Meselesinin karmaşık bir hale sokulduğu ve bundan İtilaf Devletleri’nin sorumlu olduğu, ayrıca hali hazırda kabul edildiği gibi olayların müsebbibinin Türkler olmadığı, aksine olayları başlatanların Ermeniler olduğu ifade edilmiştir.